Kitap normalde tarih kitaplarında görmeye alışkın olduğumuzun aksine dünyanın uzay ve zamandaki tarihiyle başlıyor. Bizi dünyanın dönen küre olmasıyla başlatıp uzaydaki yerininin tespitini ortaya koyduktan sonra “Kayaların Kayıtları” dediği benim çok ilgimi çeken yaşamın başlangıcını anlatmaya başlıyor. Düz ifadeler kullanmak yerine açıklayıcı fikirlerini de ekliyor. Örneğin;
Kayaların birbiri üstüne düzenli şekilde katmanlar oluşturması da insanların bunu okumasına yetmez. Bu kayıtlar kütüphanelerdeki kitaplara benzemez. Bomba düştükten, düşman işgaline uğradıktan, yağmalandıktan sonra, deprem, ayaklanma ve yangın geçirdiktan özensizce düzenlenmiş ofis gibi parçalanmış, aşınmış, kırılmış, dökülmüş ve yıpranmıştır. Ve böylece sayısız nesiller boyunca bu kayaç kayıtları, var oldukları bilinmeden ayaklar altında kalmıştır.
Kitabı okurken bir yerde dünyanın yaşından bahsedip okuyucuyu durup düşünmeye itiyor.
Okuyucu bu açılış bölümlerine, daha uzun bir tarihin kısa bir hazırlığı gözüyle bakarak çabucak okumak isteyebilir, ama aslında ileriki bölümlerde anlatılacak olan tarihin daha uzun olmasının sebebi daha detaylı ve daha ilginç olmasındandır. Bakışa göre daha önemlidir. Bu dünya çağlar boyunca bir ateş topu halinde ve hayatsız olarak dönüp durmuş ve yine aynı sonsuz uzunluktaki çağlar boyunca su birikintisinde var olan mikroskopik hayvanlardan başka bir yaşam türü barındırmamıştır. Sadece uzay değil, zama da yaşam ve insanlık açısından boştu. Yaşam bu ıssız boşlukta güç bela tutuşturulmuş bir ateş gibiydi.
Kitabın anlatım tarzıyla tarihin oluşumuna giriş yapıyoruz. Bu ise bireysellikten başlıyor. Her canlı türü her nesilde bireyselliklerini değiştirir. Her canlı türü sürekli olarak ölür ve yenilenmiş bireyler olarak yeniden doğarlar.
Canlıların gelişimine de kuşbakışı değinmeden geçmiyor. Kuşbakışı dediysem bir filmin hızlandırılmış hali gibi özenli ve kopuk olmayan bir anlatımla yapıyor bunu. Yeri geliyor kayaçlardan bahsediyor, yeri geliyor canlıların farklılaşma süreçlerini anlatıyor. Daha önce de dediğim gibi yazar sadece insan tarihini ele almadığı için buralarda da baştan savmalık yok.
Benim ilgimi çeken bilgilerden biri de kuşların göğüs kemikleri omurgaya bağlı olduğu için kasları uzun süre uçmaya elverişli ancak, uçan sürüngenlerde kanat yapısı daha çok uzun bir parmak ve bir ağı olan el gibi o yüzden daha kısa mesafe uçabiliyorlarmış.
Suyun ve yaşamın ilerlemesiyle birlikte genişleyen yaşam alanının tarihini anlatır. (Aklıma Dilozof’un genişleyen halkalarını getirdi.)
Sınıflar, cinsler, hayvan türleri ortaya çıkar, yok olur ama yaşam aralığı daima genişler. Yaşamın bugünkü kadar geniş yaşam aralığı hiç olmamıştır.
Daha sonrasında çağlar boyunca canlıların yaşam şekillerinin nelerin etkisiyle ve nasıl değiştiğini anlatır.